Adem’in Havva’sına duyduğu, yüzyıllardır dinmeyen bir özlem değil miydi zaten vuslat ?
Bazı kavuşmalar bir sarılmada değil bir bakışta başlar. Bazı vuslatlar ise hiçbir zaman gerçekleşmez ama yine de beklenir. İnsan gönlüne düşen gölgeleri sevdaya yontar. Ve sanır ki bir gün o kişi gelecek, o gölgeyi aydınlatacak.
Ki hasret vuslat için çekilir...
Bazen vuslat olmaz sabrın sonunda. Bazen bir ömrü onun ismini içinde saklayarak geçiriyorsun. Ve hâlâ seversin. Gözlerini göremediğin halde bile… Zira bazı sevgiler, kavuşmak için değil, yaşamak ve bir iz bırakmak için yazılmıştır kalbe. Varlığına erişemesen de yokluğunu taşıyorsundur omuzlarında. Her sabah “belki”yle uyanıyor, her gece “yine olmadı”yla uyuyorsundur. Ama vazgeçmiyorsun. Çünkü gerçek vuslat, bazen onun gölgesinde bile nefes alabilmektir.
Adem’in Havva’sına duyduğu, yüzyıllardır dinmeyen bir özlem değil miydi zaten vuslat?. Ki hasret vuslat için çekilir. Sonunda vuslat yoksa hasret bir zehirdir. Çünkü hasret vuslat ile taçlandırılmak ister. Aksi taktirde sonsuz bir bekleyişte ruhu yavaşça eriten bir zehre dönüşür.
Peki ya vuslat hep geç kalırsa? Ya kavuşma, ancak iki yabancının göz göze geldiği o suskun anın gerisinde saklıysa?
Ve sahi…
Sen hiç sadece kalbinde yaşattığın biriyle tamamlandın mı?🪶
2 Yorumlar
'Aradığın da seni arar'.
YanıtlaSilYakınlığa ancak uzaklığımızdan doğan özlem aracılığıyla ulaşabiliriz. Tıpkı bir balığın kıyıya vurana kadar içinde yüzdüğü suyun farkına varmaması gibi, bilinmeyene kulaç atmak için aşina olanın kıyılarından ayrılmamız gerekir.
Belki de dediğiniz gibidir, kim bilir...
YanıtlaSil